3 Aralık 2013

Kocaçay Deltası Kuş Gözlem Gezisi (30.Kasım - 1. Aralık)

İstanbul Kuş Gözlem Topluluğu olarak 30.Kasım - 1. Aralık.2013 tarihlerinde Kocaçay'a (Bursa) kuş gözlem gezisi gerçekleştirdik. Bol kuşlu, oldukça çamurlu ve epey eğlenceli geçen bu gezide tüm katımcılar harika bir haftasonu yaşadı.
Gezi yazısını Tuğba Gözükara yazdı, organizasyonun Bursa bölümünde çok emeği olan üyemize tüm emekleri için İKGT olarak can-ı gönülden teşekkür ediyoruz.

"Merhaba Efendiler,
Masal gibi bir Kocaçay Deltası Gezisinin ardından gezi yazısını yazmak şerefi bana nail oldu; gururluyum.
Ben buradan, Bursa’dan gördüğüm kadarı ile yazacağım; yol maceralarınızı da siz eklerseniz, tam bütünleşik bir metin elde etmiş oluruz. Okudukça hatırlar; hatırladıkça anlatırız eşe-dosta; çoluğa-çocuğa, toruna-torbaya…
Macera, Bursa Minteks’te buluşup çay içmekle başladı, buluşma vakti olarak ön gördüğümüz saatten konuklarımız önde ben ise gerideydim.  Geç kalmıştım yani; uyanamamıştım. Yine de keyifler yerinde, çaylar lezzetiydi. Molanın ardından, arka yoldan Delta’ya yollanmıştık, şaka-maka değildi; macera gerçekten başlamıştı…
Delta’ya vardığımızda araçlarımızı odun deposu girişinde bırakıp ormana doğru yürümeye başladık; hedef yaklaşık sekiz kilometrelik bir yoldu. İlk sürprizi, delikanlı gibi karşımıza dikilip yolumuzu kesen Ak Sırtlı Ağaçkakan yaptı. Pek çok kişiye kertikti. Heyecanla onu izlerken aslında etrafımızın sarıldığını bilmiyorduk. Meğerse bunlar çeteymiş, dikkatimiz dağılıp etrafımıza bakmaya başlayınca farkettik ki; tam 5 bireyler!
İlk heyecanın ardından yolumuza devam ettik ve karşımıza yeni bir engel belirdi, yağmurla beraber kanallara doluşmuş azgın sular! Tabi ki yılmayacaktık ve yılmadık. Tatlı bir geçişin ardından ileride tamamen tesadüfen, bakkala ekmek almaya giderken oradan geçmiş olan Delta’nın herbişeyi Alper Tüydeş ile karşılaştık. Kendisi Karacabeylidir, Delta hakkında bilgisi çoktur ve kuş fotoğrafı çeker. Bu tesadüfi karşılaşmanın ilahi bir amaca hizmet ettiğini; kısa süreli bir yürüyüşün ardından karşımıza çıkan; birkaç günlük, terkedilmiş inek yavrusunu görene kadar bilmiyorduk. Yavruyu kendisine emanet ettikten sonra, iç huzuruyla yolumuza devam ettik.
Bu sırada harika bir orman manzarasının içinden gittiğimizi; Cemil Abi’den ağaçlar hakkında bilgi aldığımızı, yeni yeni su basmaya başlayan alanları gördükçe büyülendiğimizi de eklemeden geçmemeliyim. Su basan alanların büyüsü; su bizi basana kadar devam etti. Geldiğimiz alan epeyce ıslak ve ilerisinde su içinde batık tahtalardan geçiş yapmamızı gerektirecek, çamurluk bir alana açılıyordu. Bu, yaklaşık 300 metrelik zor parkur, tabi ki hiç birimizi korkutmadı lakin süper kahraman olmadan önce yapılması gereken bir şeyler vardı: enerji depolamak ve hala kimse kaybolmamışken toplu fotoğraf çektirmek.
Muhteşem sandviçlerimizle yemyeşil çayırlar üzerinde yaptığımız kısa molanın ardından yürüyüşümüzün ikinci kısmına yeni bir enerjiyle başladık. Burada bizi aşılması güç bir çağlayan ve yüzyıllar öncesinden kalma tahta bir köprü bekliyordu. İleride göreceğimiz kuşların heyecanıyla; imece usülü birbirimiz geçirdikten sonra; çamurların derya-deniz olduğu bataklık bir alanı aştık. Yüzyıllar sonra buralardan geçecek başka gezginler de kullansın diye odundan köprüler inşa ettik, bol bol güldük, fazlasıyla kaygılandık ve her çamur deryasında bu son olsun istedik.
Nihayet yolun bitiminde bizi, olgun böğürtlenleri ile çalılıklar karşıladı. Yolun sonuna az kalmıştı, böğürtlenler lezzetliydi ve hava güneşliydi. Ağaç denizinden çıkıp asfaltı gördüğümüzde gezimiz bitmişti; çamura bulanan ayakkabılarımızı yalakta; yorgunluğa bulanan dimağımızı da köy kahvesinde temizledikten sonra puhu görmek için gizli alana gittik.
Alanda hava soğumuştu; puhu da ortalıklarda görünmüyordu; doğrusu ayıp ediyordu. Tepelere doğru tırmanan arkadaşlar uzunca bir süre bir daha görünmüyordu. Kaygılı ve gergin  atmosferden bana doğru uzatılan birkaç kocayemiş tanesiyle sıyrıldım ve "Bir şey yapmam gerekiyor!" hissiyatıyla kayalıkları taramaya başladım; güneş battı batacak, insanlar dondu donacaktı derken; onu gördüm! Vallahi gördüm; o pis bakış, o heybetli duruş; o koca kulaklar; yanılmama imkan yok; bu oydu: PUHU! Lakin ne el fenerimiz vardı; ne de ben bulacağıma ümitle bakmıştım kendisine, dürbünü indirdikten sonra kuşun yerini tekrar tespit edemedim. Puhu, bir rüya gibiydi, sadece benim gördüğüm bir rüya…
Bir rüya için onca insan donamazdık: Yeniköy’ün yolunu tuttuk akşam yemeği için.
Yemekte biz Lordlar Kamarası eşlik etti. Kendilerinin geleceğini daha öğlenden haber alıp; heyecanımızı hazır etmiştik. Biralarımız ve Feridun Takış’in apansız bastıran sürprizi Kestane Kebabı eşliğinde hem karnımızı doyurduk hem sohbete doyduk. Bol bol fotoğraf çekinip sonraki günün planı yaptıktan sonra; bastıran sigara dumanı eşliğinde mekanı terkettik. Artık evli evine, köylü köyüne idi…

Pansiyonda kalan arkadaşlar olarak; gündüz yaptığımız kakara kikiriyi yeterli bulmamıştık. Markete gidip içecek birşeyler alalım derken; bir kucak dolusu renkli fon kağıdı ile geri döndük: bir sonraki gün Aslı’nın doğumgünü idi ve bizler eylemci ruhlu lakin ne zamandır slogan atmamış ve pankart taşımamış gençlerdik. Bu duygularımızın tatmini için Aslı’nın doğumgününden daha iyi bir fırsat bulamazdık. Muhteşem yaratıcı sloganlarımızla posterleri doldurduktan sonra uykuya çekildik…
----
 Macera devam ediyor, gezinin ikincisi gün:
Sabah Yeniköy’de çay keyfi ile başladı. Yürüyüş parkurumuz kumsaldı. Poyraz Gölü kenarında indikten sonra günün ilk sürprizini  davetsizce gelip futursuzca karşımıza konan sütlabi yaptı: üstelik erkekti! Sütlabiyi Dikkuyruklar izledi. Altıngözler ise olanlardan habersizmişcesine yüzüyorlar; bizi nasıl bir heyecana gark ettiklerini umursamıyor görünüyorlardı.

Hava sıcaktı, güneşliydi, açıktı… Hava Aslı’nın doğumgününde nasıl olması gerekiyorsa öyleydi işte. Ve plan uygulamaya koyuldu: Pankartlar açıldı; Aslı’yı çağırmaya niyet edildi derken Aslı kendiliğinden geldi. Pastamız yoktu, brovni çok lezzetli; pankartlar eğlenceliydi. Aslı yeni yaşında daha bir genç; daha bir güzeldi

Bir gün önceki yürüyüşümüzde –dürüst davranmak gerekirse- umduğumuz kadar kuş görmemiştik. Dalyan Gölü ise; hem dünü hem bugünü affettirecek kadar çok tür toplamıştı çevresinde. Bu sebeple hız olarak yavaş ama heyecan olarak dorukta bir yürüyüşle Dalyan Gölü ağzına vardık. Flamingoları izledik ve denize doğru saptık. Denizle kış gelmeden son kez sevinçle baktık ve kendimiz kumullara vurduk. Sürprizlerin sonu gelmiyordu; işte bir Bıyıklı Doğan; önümüzden doğru geçiyor; Namık Abi’nin objektifine doğru aceleci hareketlerle yaklaşıyordu. Görev tamamdı; bıyıklı doğan belgelenmişti!
Kısa bir kumul yürüyüşünden sonra araçlara vardık ve Uluabat Gölü’nde gözlem ve akşam yemeği kararı aldık. Hedefimiz Gölyazı’ydı. Yol üstünde bahçesinde asırlık çınarları yaşatan Ekmekçi Köyü’nün kahvesinin cazibesine dayanamadık ve bir çay molası verdik. İki gün geçmişti ve Soner hariç eksilenimiz edenimiz yoktu: kendisini en son ormanda görmüş bir daha da merak etmemiştik ''Nerde kaldı bu çocuk?'' diye. Hazır o da yokken zaman toplu fotoğraf çektirme zamanıydı!  Ağaç kovuklarına ve dallarına tüneyerek çekilen fotoğrafın ardından düştüğümüz yol bizi kendiliğinden Gölyazı’ya savurdu.

Hava kararıyordu, karınlar acıkalı ise saatler olmuştu. Köylü teyzelerin tezgahlarından gelen gözleme kokusu insanı kendine kendine çekiyordu, aynı zamanda teyzelerin müşteri kapma yarışı da geri geri itiyordu. İki karşıt güç arasında afallamış bünyemizle tezgahlara yanaşıp birer ikişer gözlemelerimiz söyledik. (Şunu bir dip not ve sahsi tavsiye olarak eklemeden geçemeyeceğim: Gölyazı’ya olur da yolunuz düşerse; gözleme filan yemeyin; gidin efendice zeytin peynire talim edin, fırından da bir ekmek alın daha iyi. Sebebi şu ki; bizim başımıza gelen sizinkine de gelebilir. Teyzeler tezgahın üstüne bir topak hamur ve bir oklava koymuş; size görsel olarak el açması gözleme vaad ediyor olabilir. Tezgahın altına saklanmış fabrika yufkalarından sizin haberiniz olmayabilir ve teyzeler el çabukluğu ile size onlardan birini yutturabilir...)
Yemekten sonra hava kararmıştı, hüzün yavaş yavaş üzerimize geliyor lakin hüzün kovan kuşu bir türlü gelmek bilmiyordu. Onlarca, yüzlerce martı gölün üstünü pazar yerine çevirmiş çığlıklar atıyordu, hüzünlü çığlıklar… İKGT Bursa’yı usul usul terkediyordu… Bir anneanne itinasıyla herkesleri koltuklarına yerleştirdikten ve herkesle en az 3 defa filan vedalaştıktan sonra bir kova suyu -hayalimde- arabaların arkasından boşalttım. Eh, bana da ev yolu görünmüştü, üzülmeye gerek yoktu; zaten herkes ayrı ayrı, tekrar geleceğine söz vermişti. Şimdi yeniden gelişleri bekleme zamanıydı.."

Gezide görülen kuş türlerinin tam listesi için kuşbanka bakabilirsiniz.